- Merve Karataş
- 6 May
- 2 dakikada okunur
Narsisizm, gaslighting, güç zehirlenmesi ve çağlardır aşk adı altında romantize edilen çarpık bir cinsellik:
Filmin başında Adrian Cecilia'ya sarılarak uyuyor. Adrian'ın en büyük korkusu aşık olduğu Cecilia'yı kaybetmek. Aşık bir insanın; özünde Echo'ya karşılık veremediği için Nemesis tarafından cezalandırılan ve bir su birikintisinde gördüğü öz yansımasına tutulan Narcissus'tan pek farklı olmadığını görebilmenin en kolay yolu aşkın nesnesi olmuş kişiyi narsisist özneden uzaklaştırmaktır.

Narsisistlerin favori manipülasyon araçlarından biri gaslightingdir. Gaslighting kavramının ortaya çıkışı gas light adındaki eski bir ingiliz tiyatro oyununa dayanıyor. Gas light'taki Jack karakteri, eşi Bella'ya nasıl psikolojik manipülasyon uygulamışsa, The Invisible Man'de de adrian cecilia'nın gerçeklik görüşünü bozmak için elinden geleni ardına koymuyor. Film psikoloji ile ilgilenen herkesin ilgisini çekebilecek ögeler içeriyor.
*
Yapım, "Bir gizem ve gerilim filminde ne gizemde ne de gerilimde aşırıya nasıl kaçılmaz?" sorusuna cevap olarak izletilebilir. Paranormal activity ve benzeri her gerilim filminde mevcut olan o ani desibel yükselmeleri ve lüzumsuz görsel stimülasyonlar yok.
Genellikle bir filmin içerdiği diazepam miktarı ile protagonistin ve izleyicinin neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edebilme kabiliyeti arasında ters orantı vardır. Benzodiazepinler ters köşe yapma endişesi uğrunda öyle istismar edilirler ki, Dan Brown bile gider bunları Inferno'da Langdon üzerinde kullanır. Leigh Whannell ise olan bitenin Cecilia'nın hayal ürünü olmadığını, sıradışı bir olayın gerçekleşmekte olduğunu onun perspektifinin dışında da açıkça göstererek netleştiriyor. Shutter Island gibi bir son veya Split'in devam filmi olan Glass'taki gibi bir ucu açık ikilem bekleyenler beğenmeyebilir, lâkin bulanıklığın ve duruluğun arasındaki dengeyi kurabilmek her baba yiğidin harcı değildir.
*
Elisabeth Moss'un başarılı bir şekilde canlandırdığı ana karaktere gelince; savaşta bile maşalı saçları ve makyajları eksik olmayan süper kahramanlardan nasıl bıktıysam, gözlerinin önü mosmor, dağınık saçları, kesik bileği ile düşmanının canına okuyabilen bir karakter görünce "Sonunda reel yaşamda karşılığı olan bir feminist ikon görebildim." dedim. Kadın saçını da makyajını da finale sakladı, olması gerektiği gibi.
Pek çok insan güçlü olmayı her koşulda pozitif olmak ile bağdaştırsa da bu yanlış. Tam aksine, psikolojisi bozuk olmasına rağmen bir şeyler için uğraşan insan düzgün bir psikoloji ile hareket eden insandan çok daha güçlü, zira çok basit bir eylemde bulunurken bile karşılaştığı direnç bambaşka. Bunu Ohm kanununa benzetmek mümkün. Aynı akımı elde edebilmek için direnç yükseldikçe voltajı da yükseltmek gerekiyor.
*
Post scriptum:
1) Individüalizmi ve wunderkindleri ile göz yaşartmayan bir film Amerikan filmi olamaz.
2) Sıfır distorsiyonlu bir görünmezlik teknolojisinin askeriyenin değil kızgın bir eski sevgilinin elinde oyuncak olabildiği memleket Amerika olamaz.