- Merve Karataş
- 6 gün önce
- 2 dakikada okunur
Global piyasalarda yeniden gündeme gelmiş olmakla birlikte, Türkiye'nin bugün karşı karşıya kaldığı en ciddi ekonomik risklerden biridir. Yüksek faiz veren ülkeler, düşük faizle borçlanan yatırımcılar için cazibe merkezi haline gelirken, Türkiye gibi ülkelerde kısa vadeli sermaye girişlerini artırsa da uzun vadede ciddi ekonomik kırılganlıklara yol açar.

Yerel seçimlerden sonra yüce devletimizin resmi rezerv varlıklarının gösterdiği artış, bazıları için övünme kaynağı oldu. Sorun, döviz rezervindeki artışlar değil, bu artışların nasıl sağlandığı ve neyle sonuçlanacağıdır. O sıcak paraların Türkiye'de kalıcı olmayacağını ve yabancılara yüksek faiz ödeye ödeye Türkiye'nin ciddi anlamda soyulacağını anlamak için 1000 tane gösterge aramaya gerek yok.
Bazı muhalif kesimlerin bile ilk etapta "rasyonel" olarak tanımladığı Mehmet Şimşek, ülkeyi sonu hiç iyi görünmeyen bir sarmalın içine soktu. Devletin KKM ve rezerv eriterek kur tutma çabaları gibi fiyasko stratejilerinden, "doları baskılama" hususunda ne kadar beceriksiz olduğunu zaten biliyorduk. Türkiye'yi carry trade cenneti yapmak da ödenmesi gereken acı faturayı biraz daha ertelemek amacıyla girilmiş başka bir yol oldu.
Takdir edersiniz ki cennet vatanımız, ani ekonomik ve politik şoklar ülkesi. Bu nedenle, bu ülke zaten yatırımcıların güvenini sarsarak ani sermaye çıkışlarına neden olmak için biçilmiş kaftan. Türkiye'de Japonların uyguladığı gibi yüklü bir carry trade dönüşlü senaryonun bırakacağı enkaz, Türkiye için hayal edilemez boyutta olabilir. Elbette, böyle bir şeyin gerçekleşmemesini dilerim.
Türk lirasının değerine gelirsek, Türk lirasının değer kaybetmesi zaten uzun vadede önüne geçilebilecek bir şey değil. Asıl sorun, devletin bu konuda hem başarısız olacak hem de başarısız olurken ülkeyi daha da batıracak olması. Yabancı yatırımcıların cazip bulduğu yüksek faiz oranları, Türkiye için ciddi bir maliyet.
Tahmin edebileceğiniz üzere, bu dandik ekonomi yönetiminin sonucunda bütçe üzerindeki baskının acısı da, kamu bütçelerinin bu kadar çarçur edildiği bir ülkede daha fazla vergi artışı ile halktan çıkarılacaktır. Ekonomiyi idare edenler bunu gizlemiyor zaten. Her gün "daha fazla vergi alacağız" diye bağırıyorlar.
Nihayetinde, TL'yi değerli kılmanın, enflasyonu azaltmanın ve refah seviyesini sürdürülebilir olarak yükseltmenin yolu, kur korumalı mevduat gibi patlayacak suni sistemler getirmek değildi. Rezerv eriterek kuru tutmaya çalışmak değildi. Kredi genişlemesi ve piyasaya hunharca para sürülmesi değildi. Ülkeyi yabancılar için carry trade cenneti yapmak da değil.
Türkiye'nin başına ne geldiyse, zaten bu kafa yapısından geldi. Türkiye'nin sürdürülebilir olmayan suni yöntemlerle olduğundan daha iyiymiş gibi gösterilen bir ekonomiye değil, gerçekten iyileşen bir ekonomiye ihtiyacı var. Bu da öncelikle iş piyasasının önündeki engellerin kaldırılması ve deregülasyon ile mümkün olabilir.
Ankara'da belirlenip Van'da da İstanbul'da da geçerli olmak üzere belirlenen asgari ücret gibi saçmalıklara son verilmesi, odalara üyelik zorunluluğunun kaldırılması, zorunlu sigorta adı altında yapılan soygunun bitirilmesi, iş kurma süreçlerinin hızlandırılması, bürokratik engellerin minimize edilmesi, gereksiz kamu kurumlarının kapatılması (tasarruf demiyorum, kapatılması), kamu masraflarının azaltılması ile ortaya çıkan imkanla vergilerin minimize edilmesi ve millete yük olan ÖTV gibi bazı vergilerin tamamen kaldırılması ile mümkün olabilir.
Kısacası, bu listeye eklenebilecek birçok yapısal sorun kenarda dururken, her kim size "bakın döviz rezervlerimiz artıyor" diyerek rasyonel ekonomi politikasından söz ediyorsa, yalan söylüyordur.