- Merve Karataş
- 5 gün önce
- 2 dakikada okunur
Uluslararası hukukta da, tartışma yaratan pek çok hukuki dilemmanın çözümünde pozitivist ve doğal hukukçu yaklaşımlar sıklıkla çatışır.

Bu durumu somutlaştırmak adına, nullum crimen sine lege ilkesini ele alabiliriz.
Bu ilke, hukukun en temel ilkelerinden biridir. Nedenini de mantıklı düşünen herkesin az çok kavrayabileceğini düşünüyorum. En başta gelen gerekçe şudur: bireylerin hangi davranışların suç teşkil ettiğini önceden bilmesi gerekir ki, buna göre eylemde bulunabilsin.
Şayet insanlar, geçmişte hukuka uygun olan bir davranışın sonradan suç haline getirilip cezalandırılabileceğini düşünmeye başlarsa, hukuk düzenine duyulan güven çöker.
Bir otoriteye, geriye yürür yasalar çıkarma yetkisi tanımak, aynı zamanda o otoriteye geçmişi yeniden inşa etme ve cezalandırma gücü vermek anlamına gelir.
Bu da hukukun en temel işlevlerinden biri olan, otoriteyi sınırlama ve güçlünün güçsüzü ezmesini engelleme ereğini ortadan kaldırır.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, İngiliz istihbaratı MI5’e çalışan ve daha sonra hukuk felsefesi alanında önemli eserler kaleme alan Herbert Lionel Adolphus Hart, bu tartışmada pozitivist yaklaşımı temsil eder. Hart’a göre hukuk, ancak yürürlükteki pozitif normlar üzerinden belirlenebilir.
Bu yaklaşıma karşı, Lon Fuller ve Gustav Radbruch gibi düşünürler, doğal hukukçu perspektifi savunmuşlardır. Onlara göre, hukuk yalnızca yazılı normlardan ibaret değildir; yasaların üzerinde evrensel ahlaki ilkeler vardır. Dolayısıyla, pozitif hukukta yazmasa bile, evrensel ahlaka aykırı eylemler geriye dönük olarak da suç sayılabilir ve cezalandırılabilir.
Bu tartışmaya dair şahsi görüşüm ise, ahlaki yargıların nesnel olarak doğru ya da yanlış olamayacağı yönündedir. Bunun temel sebebi, katı determinist bir bakış açısına sahip olmam ve özgür iradeyi ontolojik anlamda reddetmemdir.
Bu nedenle “ahlaki gerçekler, bizim yargılarımızdan bağımsız olarak vardır” iddiası bana göre geçersizdir.
Bu çerçevede, liberteryen felsefe içindeki konumum da sonuççu bir yerden şekillenmektedir: Deontolojik değil, sonuççu bir liberteryenim.
Bireysel eylemlerin etik değerlendirmesinde, niyetlerden ziyade sonuçlara odaklanırım.
Sözün özü: Uluslararası hukuku değerlendirirken büyük ölçüde pozitivist bir çizgideyim.