- Merve Karataş
- 7 May
- 2 dakikada okunur
Memleketimizde Türk-Kürt kimlikleri ile beraber politik kutuplaşmaya sebebiyet veren en mühim faktörlerden biri olup özünde faydacılığa dayanan bir prensiptir. Bilimsel bilgiyi inançlardan ayıran en önemli nitelik bilimsel bilginin placebo etkisi yaratmanın ötesinde işe yaramasıdır.
Bu aralar Türkiye gündeminde üzerinde uzun uzun tartışılan, üzerinden insanların kendi duruşlarını sinyalledikleri konular nelerdir?
- Fetöyü laikliğin doğurup doğurmadığı
- Rte'nin "savaş uçağına levye fırlatan millet" konuşması
- Kurukahveci M. Efendinin Rte'yi kızdıracak ilanı
- Rte'nin Atatürk'ü tarihe ihanetle suçlaması
- Camilerden sela verilmesi
- Ayasofya
- 15 Temmuz demokrasi ve milli birlik günü (Bunu Gülencileri devletin her kurumuna kendi elleriyle yerleştirmiş olan bir parti ilân ediyor)
Türkiye'de bu konularda bir çizginizin olması için düşünmenize gerek yoktur. Yozgat'ta dindar bir ailede doğarak Akp'li, İzmir'de Atatürkçü bir ailede doğarak Chp'li , Diyarbakır'da Kürt bir ailede doğarak Hdp'li, Osmaniye'de ülkücü bir ailede doğarak Mhp'li olmak işin basit yanı iken, oy verilen ve körü körüne savunulan çeşitli kutuplardaki politikacıların hangi yasaları hayata geçirdikleri, bu yasaların kimi nasıl etkileyebileceği gündeme dahi gelmemektedir.
Daha da kötüsü; inanç ve bilimsel düşünce arasındaymış gibi görünen bu çatışmalar aslında inanç ve bilimsel düşünce arasında değildir.
Neden değildir?
Hayatında hiçbir konuda felsefi veya bilimsel bir merakı olmamış olan Tokatlı Nurullah'ı düşünelim. Bu adam, toplumu karşısına alıp da değiştirmeye cesaret edemeyeceği sosyal konstrükt sorunlarla baş edemeyince kendi gelenekçiliğine onay verecek felsefi veya bilimsel kaynaklar aramaya başlayabiliyor. "Ben aslında yobaz değilim." diyebilmek için gidiyor Leibniz'den alıntı yapıp İslam'daki tanrıyı meşrulaştırıyor veya seviştiği kadın kalbini kırınca Nazilerdeki gibi seksizmi meşrulaştırma hedefine yönelik bilimsel araştırmalara yöneliyor.
Jordan Peterson'dan cımbızla aforizma seçiyor, kitaplığında Harun Yahya ve Steven Pinker aynı rafta durabiliyor. Nurullah aslında ne bilime ne de felsefeye gerçek bir değer veriyor değil. Nurullah, yalnızca duygusal yaralarına bant olacak entelektüel bir kılıf arıyor.
Bu adama "yobaz" diyen Burdurlu Aytül'e gelelim. Aytül'ün "seküler" bir ailesi var. Fakat Aytül bir işi ters gittiği zaman "nazar değdi." diyor. Aynı Aytül, her fırsatta dinci ezmek için bilimin öneminden söz edip, iki dakika sonra burçlara inanan insanlarla canımlı cicimli konuşuyor, astrolojiye prim vermekte bir sorun görmüyor. Parası olduğu halde, ilaçların mechanism of actionlarını inceleyeceğine alternatif tıbbı tercih ediyor. Feng shui gibi pseudoscientific zırvalarla kafayı bozuyor.
Bunun anlamı nedir?
Türkiye'deki dindar ve seküler çatışmalarının aslında epistemolojik bir değerinin olmadığıdır. Yani bu insanlar çatışma sebeplerinin kendilerine ait olan akıl yürütme ilkelerinden değil, dünyaya geldikleri hastane odalarının farklı olmasından kaynaklandığının ve salt politik olduğunun bilincinde dahi değildirler.
Epistemolojik derinlikten yoksun olan bu politik kutuplaşma Türkiye'nin hâlâ laik bir ülke olmamasının mühim nedenlerindendir. Muhalefet, Türkiye'nin siyasal İslamın güç kazanmasından önce de laik bir ülke olmadığı gerçeğiyle yıllardır yüzleşmemiştir. Bu ülkede Müslümandan %4 aldığı vergiyi, Ermeniden %230, Yahudiden %170 alanlar kendilerini övüne övüne Türkçü olarak tanımlayan, ayrımcılık yapmadığını söyleyen "açık görüşlü"lerdir. Devlet imamlara maaş verirken, azınlıklar da dahil olmak üzere herkesten toplanan vergilerle yalnızca camiler finanse edilirken laiklik var mıdır ki, ülkede düzenli aralıklarla "laiklik elden gidiyor." gibi sürreal sloganlar havada uçuşmuştur? Zaten olmayan bir şey elden gidebilir mi?
Türkiye sekülerlerinin korkusu Türkiye'de laiklik ilkesinin yitirilmesi değildir. Laik olmayan bir orta doğu ülkesinde, artık açık açık şer'i hukukun uygulanma ihtimalidir.