- Merve Karataş
- 7 May
- 3 dakikada okunur
Muhafazakarlık her ne kadar belirli siyasi partilerle, sağ kanatla, dinlerle ilişkilendirilse de bunları aşan bir kavramdır. Haddizatında ömrü boyunca içinde büyüdüğü ailenin oy verdiği partiden şaşmayan bir sol görüşlü de muhafazakar bir duruş sergiliyordur. Muhafazakarlık yalnızca siyasetle de sınırlı değildir, herhangi bir konudaki herhangi bir düşünceyi karşıt kanıtlara rağmen körüne körüne savunmakta ısrar etmek de özünde muhafazakarlıktır.

"Bu tanımı yapmak neden mühimdir?" derseniz, muhafazakarlığın etiyolojisini daha iyi irdeleyebilmek için mühimdir. Burada tekil nedensellik safsatası veya indigemecilik gibi bermutat olan hamakat numûnelerine yer vermeden, çoklu nedensellik akılda tutularak mevzunun insan beyni ile ilgili olan bölümü irdelenebilir.
Bugün ABD'de kendisini ilerlemeci olarak tanımlayan woke akımını düşünelim. Politik hedeflerinin meşru olup olmamasından bağımsız olarak, bu kesim her ne kadar toplumda muhafazakar olarak tanımlanmasa da bir bakıma kendi muhafazakarlığını kendi içinde yaratmaktadır. Bu durum da akademiye zarar vermektedir.
Bir örnek olarak, eşcinsellerin evlat edinme haklarını savunmakla cinsiyetlerin belirlenişinin biyolojik mekanizmasını çarpıtmak aslında birbirinden bağımsız iki konudur lakin bu ikisi politik bir hedef için bir bütün gibi algılandığından ötürü ikinci tutumun akademiye zarar verdiğini belirtenler anında homofobik veya muhafazakar ilan edilip dışlanabilirler. Oysa bu örnekte muhafazakar olan taraf, eşcinsel haklarını savunurken bilimsel çalışmaların icra edilme usûlünün zedelenmemesini talep edenler değildir.
Bundandır ki, muhafazakarlığın jeneolojisi sağcılık-solculuk, dindarlık-ateizm, gericilik-ilerlemecilik gibi dikotomilerde arandığı takdirde tutarsız ve yanıltıcı sonuçlar ortaya çıkacaktır. Bunu ifade ettikten sonra Harris'in bu konuya daha realist yaklaşmamızı sağlayacak bir deneyinden söz etmeyi faydalı buluyorum.
Deneyde fmri kullanılıyor ve hem inançlılar, hem de inançsızlar deneye katılıyor. Hem dinsel olan, hem de dinsel olmayan önermelere verdikleri sonuçlar ölçülüyor. Harris vardıkları sonucu eserinde şu cümlelerle ifade ediyor:
"Her iki grup ve her iki uyaran kategorisi için de sonuçlarımız önceden elde ettiğimiz bulgularla tutarlıydı. Bir önermeye inanmak kendini temsil, duygusal ilişki, ödül ve hedefe odaklı davranışlarda önemli bir bölge olan medial prefrontal kortekste büyük bir hareketlilikle bağlantılıydı."
"Çalışmamız, dinsel olmayan uyaranlarda iki gruptan da aynı tepkiyi ve dinsel uyaranlarda iki gruptan farklı tepkiler alacak şekilde tasarlanmıştı. Hem dindar Hristiyanlar hem de inanmayanlar için iki içerik kategorisinde de temelde aynı inanç sinyal haritasını bulmuş olduğumuz gerçeği, inançla inançsızlık arasındaki farkın ne düşünüldüğünden bağımsız olarak aynı olduğu iddiasını kuvvetle ortaya çıkarıyor."
Şimdi de kendi yaşadığım bir hayat tecrübesinden söz edeceğim. Almanya'da psikiyatri alanında iş ararken bir şirketle anlaşmıştım. Almanca öğrenme sürecinde olduğumu söylemem üzerine şirketteki eleman bana dönüp, "Hastalarınızın çoğu Türk olacaktır." demişti.
Sebebini sordum. Bana Müslüman Türklerin Alman bir psikiyatriste gittiklerinde cinlerden bahsettikleri takdirde "şizofreni" teşhisiyle karşı karşıya kaldıklarını anlattı. Dürüst olmak gerekirse bu durum bana hem komik ve aptalca, hem de trajik gelmişti. Bu yalnızca 21. Yüzyılda devam eden cin inancıyla ilgili bir sorun değildi, aynı zamanda psikiyatristin nörobilimi takip etmediğinin bir göstergesiydi.
Elbette, muhafazakarlığın nörobilimi başka deneylerin de konusu olmuş bir problemdir.
Eleştirel düşüncenin; başkalarının da bakış açısını alabilmek, inanç güncellemesi, duyguların bilişsel olarak yeniden değerlendirilmesi ve öz-perspektif engelleme gibi süreçlerden beslendiği kabul edildiğinde ve eleştirel düşünme kabiliyetini muhafazakarlığın antidotu olarak tanımlandığında, 52 katılımcının yer aldığı oldukça ilginç sonuçların elde edildiği bir deneyde eleştirel düşünebilen insanlarda sağ parieto-frontal ağın gelişmiş aktivasyonunun göründüğünü ve orbitofrontal korteksin aktivasyonunun inatçılık indeksi ile negatif korelasyon gösterdiğini belirtmek faydalı olabilir. (kaynak)
Her ne kadar insanları düşünebilen tek hayvan gibi kabul etsek de açık görüşlülük biyolojik temelleri olması şaşırtıcı olmayan bir niteliktir. Öyle ki, günümüzde hayvanlarda bile beş büyük faktör kuramına benzeyen bazı indikatörlerden söz edilmektedir. Muhafazakarlığı da bu bağlamda değerlendirmek mevzuyu yüzeysel siyasi kaygıların ötesinde düşünmemizi, konuya daha gerçekçi yaklaşmamızı sağlayabilir.