top of page
png.png
  • Yazarın fotoğrafı: Merve Karataş
    Merve Karataş
  • 5 gün önce
  • 2 dakikada okunur

İran, rejim değişiminin yüksek ihtimalle yaşanacağı ülkelerden biri olarak öne çıkıyor.

7 Ekim sonrasında İran’ın İsrail’le yaşadığı gerilim sürecinde, İsrail’in İran’ın aslında bir “kâğıttan kaplan” olduğunu fark ettiği söylenebilir. Bu süreç adeta bir tatbikat niteliği taşıdı. NATO üyesi Türkiye açısından da orta vadede İsrail'le örtüşen çıkarlar söz konusu. Zira İran’ın, Lübnan’daki Hizbullah ve Suriye’deki milis yapılar aracılığıyla Akdeniz’e ulaşma arzusu, ne Türkiye’nin ne de İsrail’in stratejik çıkarlarıyla uyumlu. İsrail ise zaten Hizbullah’la doğrudan çatışma içinde.


Öte yandan, Avrupa-Rusya geriliminin yoğunlaştığı bu dönemde enerji krizi, jeopolitikte belirleyici konulardan biri olmayı sürdürüyor. Bilindiği gibi, Esad rejimi zamanında Katar-Türkiye doğalgaz hattına izin verilmemişti. Esad’ın devrilmesi hâlinde Türkiye’nin bu projeyi yeniden gündeme getirmesi muhtemel. Zira Rusya-Avrupa ilişkilerinin krizle sınandığı bir ortamda, Türkiye enerji transferinde marjinalleşmek istemeyecektir.


Bu bağlamda, Suriye’deki olası bir rejim değişikliği, İsrail için de bazı fırsatları gündeme getirebilir. 1930’larda Irak Petrol Şirketi tarafından inşa edilen Kerkük-Hayfa boru hattının, gerekli tamirat ve modernizasyonla yeniden işler hale getirilmesi de bu senaryolar arasında unutulmamalıdır.


Bu tabloyu tamamlayan bir diğer kritik husus ise şudur:


Normal koşullarda bir askerî operasyon sona erdirilirken, geride bırakılan silah sistemleri ve mühimmatın tahrip edilmesi, düşmanın bu ekipmanları ele geçirip kullanmasını önlemek açısından standart bir askeri prosedürdür.


Bu bağlamda:

  • Tanklar, zırhlı araçlar, uçaklar patlayıcılarla imha edilir

  • Yakıt ve mühimmat depoları havaya uçurulur

  • Radar, haberleşme ve nişangâh sistemleri kaldırılır

  • Motorlar, bataryalar, ateşleme sistemleri kasıtlı olarak bozulur

Peki ABD bu prosedürü Afganistan’dan çekilirken neden uygulamadı?


Bu, ilk bakışta alakasız gibi görünse de Türkiye’de dillendirilen “terörist başı gelsin TBMM’de konuşsun” çıkışıyla benzer bir yere bağlanır.


ABD ve İsrail’in İran’a doğrudan bir kara harekâtı gerçekleştirmesine zaten gerek yok. Suriye, Irak ve İran’daki Kürt unsurların koordinasyonu, İran üzerinde baskı kurmanın aracı olarak kurgulanmış durumda. Türkiye’nin Kürtlerle ilişkilerinde zaman zaman yumuşama eğilimlerinin görülmesi de, iç dinamiklerden çok bu bölgesel proje bağlamında teşvik edilmiş olabilir.


Senaryonun diğer ayağı ise doğudan gelen baskıdır: Afganistan merkezli unsurlar. Batıdan Kürt yapılar, doğudan ise radikal Sünni gruplar ile sıkışacak bir İran’ın uzun süre direnmesi oldukça güç görünmektedir.


Dolayısıyla Husilerle iş bitirildikten sonra, İran’da rejim değişikliğine yönelik bir sürecin tetiklenmesi kuvvetle muhtemel.


Bu tür bir rejim değişikliği senaryosunda öncelikli hedefler büyük olasılıkla şu şekilde sıralanacaktır:


  1. Nükleer zenginleştirme tesisleri

  2. Komuta-kontrol merkezleri

  3. Cephaneler ve füze üsleri

  4. Hava üsleri ve havalimanları

  5. Ticari ve iletişim altyapıları


Bu gelişmelerin uzun vadeli hedeflerinden biri de, Irak Kürdistanı benzeri bir yapının İran ayağının tamamlanması olacaktır. 10–15 yıllık bir perspektifte, bu süreç tamamlanabilir.

Not: Yukarıda aktarılanlar yalnızca bir spekülasyon niteliği taşımaktadır. Gerçek ile komplo teorisi arasındaki farkı zaman gösterecektir.

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page