top of page
png.png
  • Yazarın fotoğrafı: Merve Karataş
    Merve Karataş
  • 6 gün önce
  • 2 dakikada okunur

Gerek sağa, gerek sola temayül gösteren seçmenin ekseriyetinin otokrasi savunucusu olduğu bir memlekette, az sayıda hakkını arayan insana "liboş", "terörist", "sjw" gibi etiketlerin yapıştırıldığı ve insan haklarının değersizleştirildiği bir ortamda hâlâ devletçilik yapabilenlere verilmesi elzem olan isimdir devlettaparlık.


Devlettaparlıktaki temel problemin iyi anlaşılması için öncelikle devletin tarihsel olarak insanlara hizmet etmek için ortaya çıkmadığını ve toplum sözleşmesinin realitede bir karşılığı olmadığını kabul etmek gerekir.


Türkiye'de hem iktidar yandaşlarının hem de ulusalcı muhalif seçmen tabanının devlettaparlığın sosyal boyutunda nasıl birleştiğini gözlemlemek istiyorsanız Kürtlerin ana dillerinde eğitim alma haklarını savunmayı deneyebilirsiniz. PKKlı veya vatan haini olmakla suçlanmanız 5 dakika alacaktır.


Birbirine zıt gibi görünen, lakin özünde "Seküler - İslamist" ikiliğinden başka bir farka sahip olmayan bu baskın ideolojilerin ortak hareket ettikleri önemli bir nokta "lider kültü"dür. bir taraf için TCK madde 299 normaldir. Diğer taraf için de 5816 sayılı kanun normaldir.

İfade özgürlüğünden konu açılmışken not etmek gerekir ki bu iki grup da Medyascope, Nevşin Mengü, Daktilo1984 gibi alternatif medya üreticilerini "foncu" yaftası ile sindirmekte bir sorun görmemiştir.


Hasan Aksakal'dan bir pasaj, anlatmaya çalıştığım problemi özetlemektedir:

"Dünden bugüne uzanan bir perspektifle Türkiye'deki toplumsal gerilim hatlarına baktığımızda, Türk aydınının azımsanamayacak ölçüde Türkiye dışını görmekte olduğunu söylemek mümkündür. Garbiyatçılık bilhassa muhafazakar-mukaddesatçı-milliyetçi çevrelerde, ancak genele bakıldığında ulusalcı-Avrasyacı-millici diye nitelenen cenahta da her türlü soruna sebep olarak "Batı'nın içimizdeki uzantıları", "ekalliyetler", "kompradorlar", "çıkar grupları", işbirlikçiler", "ajanlar" , "belirli çevreler", "birileri" diye bir yerleri işaret eden ve hedef gösteren söylemin yanı sıra, toplumsal meselelere ilişkin "Batı izin vermiyor ki", "Batı'nın işi", "Avrupa bizi hiç ister mi", "ajanlar para dağıtarak halkı kışkırtıyor" gibi belgesiz bulgusuz spekülasyonlar veya ajitasyonlarla Türk toplumunun ve Türk politik aktörlerinin başarısızlıklarının sorumluluğunu bir kez daha kötücül "öteki"ye, yani bir yel değirmenine dönüştürülen Batı'ya yüklemektedir."


Bu eser 2015'te basılmıştır fakat 2021 yılında yaşanan medya krizini de 12'den vurmuştur.

Bu vaziyetin en önemli müsebbibi endoktrinasyondur. Aslında bunu daha evvel eğitim sisteminin düşünen birey yetiştirmemesiyle ilgili yazımda dile getirmiştim. İsmail Kaplan'dan önemli gördüğüm bir pasajı tekrar alıntılayacağım.


"Despotik eğitim, evrenselliğin yerelcilikle; ortak çıkarların kısmi çıkarlarla; dayanışmanın baskıyla; paylaşmanın sömürüyle; akılcı mutabakatın kararların dayatılmasıyla; düşünce, vicdan ve anlatım özgürlüğünün sansür ve zulümle; eleştirel tartışmanın körü körüne itaatle; barış ve uyumun (hem ”iç”, hem de “dış” düşmanlara karşı) militarizmle; aydınlanmanın öğretilemeyle (endoktrinasyonla); karşılıklı saygı ve insan onurunun liderlere tapınmayla; bireylerin her yönlü gelişiminin toplumsal işbölümünün neden olduğu alçaltıcı durumlarla ikame edilmesini meşrulaştırır."


Endoktrinasyona ek olarak Türkiye'nin Hofstede'in kültürel boyutlarındaki kolektivizm ve hiyerarşiyi besleyen güç mesafesi puanlarının yüksek oluşu da devlettaparlığın etiyolojilerinden biri olarak değerlendirilebilir.

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page