- Merve Karataş
- 7 May
- 3 dakikada okunur
Devletin Anatomisi okuması oldukça kolay, "Devlet nedir, ne değildir?" sorularının ele alındığı bir Rothbard eseridir.

Rothbard'ın "Devlet ne değildir?" sorusuna verdiği yanıt, "Devlet biz değiliz."dir. Rothbard, demokrasinin yükselişiyle birlikte devletin toplumun kendisi ile özdeşleştirilmesinin güç kazandığını ifade eder. Bu özdeşleştirmenin neden tehlikeli olduğunu Nazi örneğini vererek açıklar ve devletin ne olmadığının üzerinde durduğu kadar, devletin ne olduğunu da açıklamaya çalışır. En basit tanımı ile devlet, belirli bir bölgede güç ve şiddet kullanımının tekelini korumaya çalışan bir örgüttür ve gelirini baskı ile elde eden tek kuruluştur.
Franz Oppenheimer'a göre servet elde etmenin iki yolu vardır:
- Üretim ve takas yolu
- Güç ve şiddet kullanarak el koyma yolu
Üretim ve takas yolu "Ekonomik yol" iken, güç ve şiddet kullanarak el koyma yolu "Siyasi yol"dur. "Devlet nedir?" sorusuna verilen cevap, Oppenheimer'ın tanımıyla, “Siyasi yolun örgütlenmesi” dir.
Bu bağlamda, Rothbard gibi kuramcıların devleti bir "Suç örgütü" olarak gördükleri, devletle ilgili;
"Şiddet, devletin modus operandisidir."
şeklindeki ifadelerinden anlaşılabilir. Modus operandi terimi, her ne kadar birilerinin çalışma stilini ifade eden genel bir terim de olsa daha çok kriminolojide suçluların suç işleme alışkanlıklarını tanımlayan bir nosyondur.
Yöneticilerin başlıca görevi ise vatandaşların çoğunluğunun kabulünü güvence altına almaktır. Bu kabul için çoğunluk, hükûmetinin bilge, kaçınılmaz ve akla gelebilecek diğer alternatiflerden daha iyi olduğuna ikna edilmelidir. Bunun için de ideolojiye ihtiyaç duyulur ki, ideolojinin inşasından entelektüeller sorumludur.
Peki entelektüel neden devlet ile böyle bir ittifak kurar?
Çünkü entelektüelin serbest piyasada geçim kaynağı güvence altında değildir. İnsanlar genel olarak entelektüellerin kafa yordukları meselelerle ilgilenmezler. Devlet ise kurumları aracılığı ile entelektüele stabil bir maaş, güvenli bir liman ve prestij sunabilir.
(İlgili bir makale olarak Nozick'in Why Do Intellectuals Oppose Capitalism'i okunabilir.)
Rothbard ve Chomsky'nin ideallerindeki devlet karşıtı düzen birbirinden çok farklı olsa da, entelektüellerin işlevsizliğine bakış açıları bu yönden benzeşmektedir. Rothbard'ın entelektüellerin devlet ile kurdukları ittifaka yönelik tespitleri, bana Chomsky'nin On Democracy & Education'daki şu satırlarını anımsatmıştır:
"Okullar, öğrencilere kendilerini savunmaları için bazı araçlar sağlayabilir, öğrenciler de bu araçları hükûmetin propaganda aygıtının yoğun saldırılarına, kitle medyasının doğal tarafgirliğine ve Amerikan entelektüel topluluğunun önemli bir bölümünün hakikat ve adalete değil de iktidar ve iktidarın etkin kullanımına sadık kalmak yönündeki aynı derecede doğal eğilimlerine karşı kendilerini savunmak için kullanabilirler.
Amerikan entelektüellerinin, hükûmetlerinin mevcut eylemlerine ve uzun vadeli politikalarına ilgisizlikleri ve bu politikaların uygulamasında rol almak için her zaman gösterdikleri istek ve sabırsızlık arasındaki farkı görmek ürkütücüdür."
Chomsky için klasik vaka Vietnam'dır.
Bir ülke savaşa girerken insanların, yöneticilerin değil kendilerinin tehdit altında olduklarını düşünmeleri mühimdir. Bu noktada devreye milliyetçilik, vatanseverlik gibi değerler girecektir. Böylece aslında yöneticiler arasında olan tüm savaşlar toplumlar arasındaki savaşlara dönüştürülecektir.
Yüzyıllar boyunca entelektüellerin de desteği ile devlet yönetimini meşrulaştırmak için suni kavramlar oluşturulmuştur. Batı Avrupa'daki divine sovereignty kavramı buna bir örnektir. Vakti zamanında krallar, ilahi bir onay ile taçlandırılmışlardır. Bizim tarihimizde, yavuz sultan selim dönemi ile başlamış olan süreç de halifelik makamını barındırdığından ötürü buna benzerdir. Antik mısır medeniyetinde, firavunlar tanrılar ve insanlar arasında birer aracı olarak kabul görmüşlerdir. II. Ramses gibi doğrudan "Tanrı" ünvanını kullanan liderler ise kutsal lider geleneğinin doruk noktasıdır. İnsanlık tarihinde bu gelenekler binlerce yıl boyunca devlet hiyerarşisinde yöneticinin yerini meşrulaştırma görevini üstlenmiştir.
Ta ki aydınlanma dönemine ve monarşilerin güç kaybetmesine kadar.
Bugün herkesin kabul ettiği toplum sözleşmesi, geçmişteki kutsal yönetici teorilerinin yerini doldurmaktadır. Nasıl ilahi kutsiyet eski yöneticilerin sorgulanabilirliklerinin önüne bir set çekmişse, toplum sözleşmesi de "Devlet"in varlığını kutsayacak, kitlelerin hükûmetlerinin en gayrimeşru eylemlerini dahi sindirebilmeleri için gereken zemini hazırlayacaktır.
Locke'un doğal haklar mefhumunun devletçi haklara evriminden, utilitaryanizmin özgürlük taraftarı argümanlar ile başladıktan sonraki dönüşümünden devletin sınırlarını nasıl aşacağı öngörülebilir.
Bu sapmalar ise yüzyıllardır süregelmiş olan gücün doğal tezahürleridir. Bertrand de Jouvenel'in de işaret ettiği gibi, manastırların mallarına el koyan ve kişisel zevkleri için ülkenin iç ve dış politikasını kafasına göre yönlendiren VIII. Henry'den bu yana değişen çok şey olmamıştır.
Devletin mevcut olduğu sosyalist veya kapitalist sistemlerde değişmeyen yegane şey iktidarın kendi çıkarlarını koruması prensibinin öncelikliliğidir.