top of page
png.png
  • Yazarın fotoğrafı: Merve Karataş
    Merve Karataş
  • 6 gün önce
  • 2 dakikada okunur


Biliyorum. Böyle bir şeyin var olduğuna gerçekten inanmak istiyorsunuz. Lakin Öcalan meselesinin neden “devlet aklı” çerçevesinde yorumlanamayacağını basitçe anlatacağım. En baştan söyleyeyim: Yazacaklarımın milliyetçi duygularla hiçbir ilgisi yok. Stratejik olarak hangi açıdan bakarsanız bakın, Türkiye perspektifinden hatalı bir durumla karşı karşıyayız.

Abdullah Öcalan, 1999’dan beri Türkiye’de, İmralı Cezaevi’nde tutuluyor. Yakalanmasından bu yana yoğun şekilde izleniyor ve iletişim olanakları son derece sınırlı. Avukatları ve ailesiyle yaptığı görüşmeler büyük ölçüde kontrol altında tutuldu; hatta birçok kez tamamen yasaklandı. Bu ne demek? Çeyrek asrı aşkın süredir bu adam, doğrudan ve etkin bir biçimde örgütüne mesaj ulaştıramıyor demek. Dağdaki genç kadro, hayatı boyunca bu adamı hiç görmedi demek.


Özellikle 2011’den sonra Öcalan’ın avukatlarıyla görüşme hakkı neredeyse tamamen engellendi. Bu da doğal olarak, Kürt hareketi içinde doğrudan liderlik rolü oynamasını imkânsız hâle getirdi.


PKK ve bağlantılı yapılar, Öcalan’ın tutuklanmasından sonra kendi içinde yeniden yapılanarak yeni liderlik kadroları oluşturdu. Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Duran Kalkan gibi isimler, Öcalan’ın fiilen devre dışı kaldığı süreçte hareketi yöneterek farklı stratejiler geliştirdiler. Bu durum, hareketin giderek merkezden uzaklaşmasına ve yerel liderlikler tarafından yönlendirilmesine yol açtı. Yani Öcalan’ın önerileri yerine kendi kararlarını verebilen, bağımsız hareket eden bir yapı oluştu.


2011’de Suriye iç savaşının başlamasıyla birlikte Kürt hareketi daha geniş bir coğrafyada faaliyet göstermeye başladı. PYD ve onun silahlı kanadı YPG, Rojava’da güç kazandı ve uluslararası destek elde etti. Öcalan’ın İmralı’daki sınırlı etkisi, PYD liderlerinin sahada bağımsız kararlar almasına olanak tanıdı. Özellikle ABD’nin IŞİD’e karşı PYD ve YPG’ye destek vermesiyle birlikte, Öcalan’ın doğrudan onayı olmadan Kürt hareketi küresel bir aktöre dönüştü. PYD, Öcalan’ın ideolojik mirasına bağlı kalsa da sahadaki çıkarları doğrultusunda kendi yolunu çizdi.


İşin sadece lojistik değil, ideolojik boyutu da var: Demokratik Konfederalizm.

Öcalan’ın hapsedilmesinden sonra Kürt hareketi içinde ideolojik ayrışmalar da arttı. Öcalan’ın önerdiği demokratik konfederalizm modeli bazı gruplar tarafından benimsenmiş olsa da, bu modelin bölgesel ve küresel koşullara uyarlanması gerektiği yönünde görüş ayrılıkları oluştu.


Öte yandan HDP’nin Türkiye siyasetinde yükselişi, Kürt hareketinin daha kurumsal bir yapıya evrilmesine neden oldu. HDP, Kürt meselesine sadece askeri değil, demokratik ve siyasi bir çözüm arayan bir çizgide ilerledi. Bu da legal siyasete yönelen, örgüt çizgisine mesafeli bir kitleyi büyüttü. Öcalan, bu zeminde de belirleyici bir figür olamadı.

Şimdi bazılarınız şöyle diyebilir:


“Ama Bahçeli zeki adam. Belki bu çıkışı PKK'yı içeriden bölmek için yaptı.”


Kusura bakmayın ama bu da fazlasıyla kötü bir strateji olur. Çünkü zaten ademimerkeziyetçi bir hâl almış, çözülmüş bir PKK’dan istihbarat almak çok daha zor hale gelir. Dağınık ve otonom bir örgütün merkezden kontrolü, aksine, neredeyse imkânsız olur.


Yazının başında söylediğim gibi, bu konuda aradığınız o stratejik deha yok. 404 not found.

İsrail, İran’a mutlaka cevap vermek zorunda. Bu denklemde, hem Türklerin hem Kürtlerin doğrudan ya da dolaylı desteği gerekiyor. Türkiye’yi yönetenler de, iç kamuoyunda milliyetçilik pazarlarken, ABD ve İsrail’in onayını almadan adım atmıyorlar. Türkiye dış politikası, filmlerde ve dizilerde anlatıldığı gibi otonom değil, güdümlü.


Bu gerçekle ne kadar erken yüzleşirseniz, optimizmin gözünüze çektiği sis perdesinden de o kadar çabuk kurtulursunuz.

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page