- Merve Karataş
- 6 gün önce
- 4 dakikada okunur
Hukukun iktidarın kölesi olmasından, seçimlerin bazen iptal edilebilmesinden, çoğunluğun tiranlığı gibi Tocquevilleci endişelerden söz etmeyeceğim. Günümüz demokrasilerinde başka problemler de mevcut. Kuantum kimyası doktoralı Merkel gibi popülist olmayan liderlerin giderek azalıyor olması da bu hastalığın etiyolojisi değil semptomu.

Normal şartlarda, bir insanın herhangi bir politik parti tarafından dayatılan ekonomi politikalarını, sosyal politikaları, değer yargılarını bir arada bütünü ile kabul edebilmesi realist bir olasılık mı?
Günümüzde demokrasi partizanlıktan ibaret olduğundan, insanlar kendileri için ağırlıklı olarak önem taşıdığına inandıkları bazı kriterler belirleyip, o kriterlere göre oy veriyorlar. Devamında hedef odaklı düşünce başlıyor ve artık oy verilen partinin veya siyasetçinin herhangi bir konuda yaptığı hata kişi için eleştiriye açık olmuyor. Seçmen kitlesinde stratejik olarak mecburi olduğunu söyleyebileceğimiz bir cognitive dissonance oluşuyor.
Bireyin bağlı olduğu bazı değer yargıları, kimlik siyasetine her gün meze olan bir kimliği, veya felsefi olarak adil olduğuna kanaat getirdiği bir pozisyonu (dini görüş, laiklik prensibine bağlılık, feminizm, azınlık hakları, milliyetçilik, eşcinsellik ve bunlar gibi temelde ekonomi odaklı olmayan pek çok mevzu) oluyor ve geriye kalan faktörler seçmen üzerindeki etkisini yitiriyor. Aslında finansman önceliğinin bilime değil dine verilmesi veya kadınların işgücüne katılım oranı kalkınmayı doğrudan etkileyen faktörler lakin burada sözünü ettiğimiz bu konulardaki politik duruşların ekonomik anlamda doğruluğu ve yanlışlığından ziyade neye göre şekillendiği.
Vaziyetin vahametini algılayabilmek için ABD'deki eyaletlere bakmak yeter de artar.
Eyaletlerin yoksulluk oranlarına baktığınızda, nerelerin durumunun en ürkütücü olduğunu göreceksiniz?
Mississippi, New Mexico, Louisiana, West Virginia, Kentucky, Alabama, District Of Columbia, Arkansas, Oklahoma, South Carolina, Tennessee, Georgia, Arizona, North Carolina, Texas, Michigan, New York, Florida, Ohio, Delaware, İndiana, Missouri.
Peki nerelerin yoksulluk oranı düşük?
New Hampshire, Maryland, Hawaii, Minnesota, Connecticut, Utah, New Jersey, North Dakota, Colorado, Massachusetts, Virginia, İowa, Nebraska, Washington, Alaska, Maine.
İlk gruptan Trump'ın kazanamadığı toplam eyalet sayısı yalnızca 4. (New York, New Mexico, District of columbia, Delaware)
İkinci gruptan Trump'ın kazandığı toplam eyalet sayısı yalnızca 4. (Iowa, Nebraska, Utah, North Dakota)
Trump'ın başa geçtikten sonra yaptığı reformlar, ekonomik olarak oy aldığı kesimlerin lehine değil aleyhine olan reformlar. İnsanları "Göçmenler işinizi çalıyor." edebiyatı ile kandırmak çok kolay, ancak biraz mantıklı düşünürseniz sat gibi dandik bir sınava azıcık kafa yormak yerine evde Lauren Lake's Paternity Court izlemiş olan Patricia ve Linda'nın girebileceği işleri Bangalore ve Hyderabad'dan gelen yazılımcı Aayushi ve Parvati çalmıyor. Üniversitede kasıp mühendis olmuş redneck çocuğu, şirketlerin kendisinden daha az maaşla çalışan çinliyi almasından rahatsız oluyor lakin kalkıp da Çinliye yeten maaşın kendisine neden yetmediği üzerinde düşünmüyor. Yıllarını student loan ile ipotek etmişken Manhattanlı Maximilian'dan daha statükocu, daha sistem savunucusu olabiliyor.
Burada problem, Trump'ın seçilmiş olması değil; zira Trump, Electoral College olmasa başa gelemezdi. Kendisi aslında popular vote'u kaybetmiş olması başka bir rezil sistemin eseridir. İsimler ehemmiyetsiz. X kişisi gider, Y kişisi gelir. Asıl problem, sistemin zengin bir Demokrat'a "Ben daha fazla vergi ödeyeyim." dedirtirken, fakir bir Cumhuriyetçiye "Medicare olmasın, biz sosyalist miyiz?" dedirtebilecek kadar sağlıksız bir şekilde tertiplenmiş olmasında.
Gidişat iç açıcı olmaktan uzak. Baby boomerlar lise mezunu halleriyle erken yaşlarda stabil hayatlar kurup aile geçindirebiliyorlardı. Bugün, bırakın lise mezunlarını, master ve doktora yapan insanlar işsiz kalıyor. Z jenerasyonunu zor bir gelecek bekliyor. İnsanlar politik doğruculuk kavgaları ile birbirlerini yerken ve popülist politikacılara peygamber muamelesi yaparken, orta sınıfın hayatı giderek daha kalitesiz bir hale geliyor.
Eğer mevcut demokratik sistem insanları gerçekten çıkarlarına uygun karar vermeye itseydi, orta sınıfın yaşam standardı bu hale evrilmezdi. Paleomammalian korteksten doğan dürtülerini bir kenara koyup da iki adım ötesini objektif düşünebilen, söyleyene değil söylenene odaklanan insan sayısı çok az. Binaenaleyh, geçmiş jenerasyonların aptalca seçimlerinin bedellerini bugün bizler ödüyorsak, bizden sonraki jenerasyonlar da bizim aptalca seçimlerimizin bedellerini ödeyecekler.
Bireylerin sosyal problemler, değer yargıları ve ekonomik ihtiyaçları arasında bir seçim yapmaya zorlanmalarının başlı başına bir sorun teşkil ettiği aşikâr. Günümüz demokrasilerindeki en belirgin hatalardan biri açıkça bu.
Politikacı olmak bir özgürlük olarak değerlendirilmeli mi?
John Rawls'un politik adalet teorisini aklına getiren biri, eşit siyasi haklar nosyonundan dem vurarak, aksini savunmanın elitizm olduğunu söyleyebilir. Bu da dünyayı anti-meritokratik yönetimlerin ellerine bırakmaktan başka bir işe yaramaz, yaramıyor da.
Yanlış anlaşılmasın; "one man one vote" prensibinden söz etmiyorum, mevcut sistemin politikacılara yönelik bir liyakat problemi olmasından söz ediyorum. Devlet başkanı olmanın, ilgili alanlarda herhangi bir uzmanlık gerektirmemesi ve her şeyin tamamen çoğunluk oyunu alabilme üzerinden belirlenmesi başka bir önemli hatadır.
Bugün 3 sayfa CV ile işsiz kalabilen mühendislerin çağında yaşıyoruz. Çoğu meslekten daha komplike olan devlet yönetimi, gerçekten "hepimizin yapmaya hakkı var" diyerek romantize etmemiz gereken bir iş mi? Pnömoni olduğumuzda doktora gitmeyelim öyleyse. Evlerimizin planlarını mimarlar çizmesin. Arabaları mühendisler tasarlamasın. Bunlar herkese absürt gelirken, tarih bilmeyen, ekonomi bilmeyen, siyaset felsefesi bilmeyen herhangi bir ismin devlet yönetebilmesi özgürlük olarak değerlendirilebiliyor. Ne garip ki, böyle çelişkili bir özgürlük anlayışı ile neredeyse herkes barışık.
Popülizmin demokrasilerin patolojisi olduğu ve kökten sorunlu bir sistemden doğduğu aşikâr, lakin şikayet etmek tek başına yetersiz. Seçmen oylarının manipüle edilmesinin imkânsız kılındığı bir teknoloji gelecekte yeni bir doğrudan demokrasi anlayışının yükselişine vesile olsa, devlet meselelerinde şimdikinden çok daha irrasyonel kararlar alınır. Burada sorulması gereken en mühim soru, alternatifin ne olduğudur. Buna düzgün bir yanıt bulunmazsa ve mevcut demokrasi anlayışı sağlıklı bir rekonstrüksiyon sürecinden geçmezse dünyayı vahim günler bekliyor olacak.